ŞİKÂYET MASASI
Bir cemiyet
için, bir millet için adâlet, insanın damarında dolaşan
kan gibidir. Adâlet mekanizması sıhhatli çalışırsa, cemiyet hayatı da
sıhhatli
olur. Dilerseniz Hazret-i Ömer (r.a.) devrinden bir misâlle mevzûmuzu
müşahhaslaştıralım.
Ashâb-ı
kirâmın ileri gelenlerinden, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in
iştirak ettiği hiçbir gazâdan geri kalmayan, bazan da Medîne'de
Efendimiz
(s.a.v.)'e vekâlet eden Ensâr'dan Muhammed bin Mesleme (r.a.), Hz. ömer
(r.a.)'in hilâfeti esnasında onun 'Şikâyet Masası' reisi idi.
Memurlarla
alâklı şikâyetler bu masaya gelirdi. O, gelen bu şikâyetleri inceler,
araştırırdı.
Neticede şayet haksızlık yapan, adam kayıran, rüşvet alan biri ortaya
çıkarsa
cezalandırılırdı.
Bir
defasında Medîne'de toplanan memurlara, Hz. Ömer (r.a.) nasîhat
ediyor ve onları, insanlara âdil davranmaları, zulmetmemeleri hususunda
îkaz ediyordu. İşte bu esnada halkın arasından, sessiz-sâkin ve
kimsesiz
bir adam ortaya çıktı ve:
-Beni memurlarınızdan işte şu adam, haksız
yere
dövdü. Halbuki suçladığı hususta benim bir kabahatimin olmadığı da
sonradan
anlaşıldı, diyerek dâvâcı olduğunu söyledi.
Bunun
üzerine mes'ele araştırıldı... Adamın haklılığı anlaşıldı, memurun
ona zulmen kırbaç vurduğu meydana çıktı.
Hz. Ömer (r.a.)'in kararı
kesindi:
-Seni döven
memura sen de, onun sana vurduğu kırbaç adedince vuracaksın!
Amr bin Âs (r.a.) itiraz etti:
-Yâ Ömer,
bundan sonra memurlarınızı insanların gözü önünde dövdürecek
misiniz? Şayet böyle yaparsanız, bu tatbikat, memurlarınızın itibarını
düşürür, onları iş yapamaz hâle getirir.
Hz. Ömer'in cevabı aynen şöyle
oldu:
-Ben
zâlimi, şu veya bu bahânelerle koruyup da, mazlûmu mâruz kaldığı
zulümle başbaşa bırakmam. Kim zulmetmişse karşılığını görmeli ki,
tekrarına
cesaret edemesin. Böylece karar kesinleşti. Sessiz ve kimsesiz
şikâyetçi
adam, kendisine vurulan kırbaç adedince kırbaç vuracaktır zulmeden
memura...
Bu defa Amr bin Âs (r.a.), kimsesiz olan bu şikâyetçi adama gitti
ve şu teklifte bulundu:
-Sana, onun
vurduğu kırbaç sayısınca altın vereyim. Bunları al, dâvandan
vaz geç. Yoksa kötü niyetli bazı insanlar cesaret bulur, memurlar
korkaklaşır. Neticede adâletin temini daha da güç hâle gelebilir, dedi.
Mazlum ve mağdur adam da bu teklifi kabul etti: Yediği kırbaç adedince
altınları aldı, dâvâsından vaz geçti. Ve böylece, idare edenlerle idare
olunanlar arasındaki buna benzer haksızlıklar da son bulmuş oldu.
Ne âdil bir
hüküm, ne güzel bir hâl çaresi... Tabii ki ne mes'ut bir
cemiyet! Bütün insanlığa örnek olması dileğiyle...
Kaynak:
Fazilet
Takvimi,
2001
ŞİMDİ TOP
DEVRİDİR
Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı
aldığından esir düşen kumandanlardan Kurtbay'ı huzuruna getirttir.
Kurtbay'a:
- Kurtbay, yiğtlik ve cesaretine
cidden hayran oldum. Sinanıma ve orduma yaptığını da biliyorum. Lakin
imdi senin şecaat ve cesaretin neye yaradı. akibet memleketinizi
kaybettiniz. O bahadırhane saldırışlar ne oldu? Ol şecaat kandedür,
dedi.
Kurtbay:
-Hünkarım! Allah'a şükür, şecaat ve
cesaretim bakidür. Lakin memketimizi siz kendi bahadırlığınız ve
yiğitliğinizle almadınız. Bize ne yaptı ise ölüm saçan o menfur
toplarınız yaptı. Onlar memleketimizin kaybına sebep oldu, dedikten
sonra şöyle ilave etti:
- Sultan Kansu zamanında bir Berberi, Venedik'ten top getirip Mısır'a
satmak istedi. Fakat rical-i devlet, Peygamber Efendimiz' (s.av.)'in "Kılınç ve ok kullanınız" emr-i
şerifine aykırı görerek bu topları almadı. O zaman o Berberi zat:
"Yaşayan görecektir ki, bu memleket, bu toplara sahip olan bir millet
tarafından elinizden alınacaktır" diye bağırmıştı. Görünen o ki Berberi
haklı imiş, dedi.
Yavuz Sultan Selim bunun üzerine:
-Kudret ve kuvvet Cenab-ı Hakk'ındır, amenna. Kur'an ve sünnete bu
kadar bağlı iken neden Resulullah Efendimiz'in (s.a.v) "Silaha aynı silahla karşılık veriniz"
şeklindeki emr-i şerifini yerine getirmediniz. 900 sene geçti. O zaman
kılınç ve ok devri idi. Şimdi top devridir, dedi.